Güney ve Kayıp Fındıkların Gizemli Davası için kapak görseli

Güney ve Kayıp Fındıkların Gizemli Davası

Bu masal Berkay için Burkay babası tarafından oluşturuldu.
Tarih yükleniyor...

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, yemyeşil yaprakların hışırdadığı, ağaç gövdelerinin bilge yüzlerle sessizce etrafı izlediği Meşe Koru Ormanı'nda, Güney adında çok meraklı bir çocuk yaşarmış. Güney, yedi yaşındaydı ve kendine "Orman Baş Dedektifi" unvanını vermişti. Belinden asla ayırmadığı bez çantasında en değerli hazineleri vardı: ucu kırık bir büyüteç, not almak için minik bir defter ve acil durumlar için annesinin yaptığı bir elmalı kurabiye. Güney için ormandaki her çıtırtı bir ipucu, her garip yaprak bir delildi.

Güneşli bir sonbahar sabahı, Güney tam da ormanın seslerini dinleyip defterine "Bugün kuşlar neşeyle ötüyor, şüpheli bir durum yok," diye yazarken, yanına telaş içinde bir sincap fırladı. Bu, yanakları her zaman fındıkla dolu olan, telaşlı mı telaşlı Sincap Sadi'ydi. Sadi, nefes nefese, "Dedektif Güney! Felaket! Büyük bir felaket!" diye ciyakladı. "Bütün kışlık fındıklarım... hepsi... hepsi çalınmış!"

Güney hemen ciddileşti. Dedektif şapkasını (aslında babasının eski balıkçı şapkasıydı) başına geçirdi ve Sadi'nin peşinden koşturdu. Olay mahalli, ulu bir çınar ağacının kovuğuydu. Ve Sadi haklıydı. Kovuk bomboştu. Yüzlerce fındıktan geriye bir tane bile kalmamıştı. Güney, büyütecini çıkardı. Yerde birkaç çamur lekesi ve... bir de pırıl pırıl, gök mavisi bir tüy gördü. Bu tüy, ormandaki bilinen hiçbir kuşa ait değildi. "Hımmm," diye mırıldandı Güney. "İlk delilimiz bu, Sadi. Bu işi çözeceğim, merak etme."

İlk şüphelisi, ormanın en uykucu sakini olan Kirpi Kıpır'dı. Kıpır'ı bir yaprak yığınının altında mışıl mışıl uyurken buldular. Güney, "Kıpır Bey," dedi resmi bir sesle. "Dün gece sıra dışı bir şey gördünüz mü?" Kirpi Kıpır gözlerini zar zor aralayıp esnedi. "Bir ara bir gürültü duydum ama korkudan top gibi oldum. Yuvarlanırken de uyuyakalmışım," dedi ve tekrar horlamaya başladı. Bu sorgudan bir sonuç çıkmamıştı.

Sıradaki durakları, ormanın en bilge sakini Baykuş Bilge'nin ağacıydı. Bilge, kocaman gözleriyle onları dinledikten sonra gizemli bir şekilde konuştu: "Bazı hırsızlar karın doyurmak için değil, göz doyurmak için çalar. Parlak şeylere olan tutkuları, en lezzetli yemi bile unutturur onlara." Bu sözler Güney'in aklında bir şimşek çaktırdı. Parlak şeyler... Mavi tüy...

Güney, ormanın adı çıkmış kurnazı Tilki Fikri'den de şüpheleniyordu. Fikri'nin inine gittiklerinde, onu yapraklardan ve dallardan yapılmış tuhaf bir makineyle uğraşırken buldular. Fikri, "Bu bir yaprak üfleyici! Sonbahar temizliği için," diye icadını gururla tanıttı. Fındıklar sorulduğunda ise sadece güldü. "Fındık mı? Benim gibi bir gurme için çok basit bir yiyecek. Ben ahududulu ve ballı kek peşindeyim," dedi. Fikri'nin patileri temizdi, üstelik mavi tüyle de bir ilgisi yoktu.

Güney, defterindeki notları birleştirdi: Bomboş bir kovuk, parlak mavi bir tüy ve Baykuş Bilge'nin "göz doyurmak" hakkındaki iması. Aklına ormanın en havalı ve en şakacı ikilisi geldi: Saksağan kardeşler Pırıltı ve Işıltı. Bu iki saksağan, parlak olan her şeye bayılırdı. Yuvaları gazoz kapakları, alüminyum folyolar ve kayıp küpelerle doluydu.

Hemen saksağanların yuvasının olduğu en yüksek meşe ağacına doğru yola çıktılar. Ağacın altına geldiklerinde gördükleri manzara inanılmazdı. Yüzlerce fındık, ağaç reçinesiyle birbirine yapıştırılmaya çalışılmış, ama sonunda devrilip etrafa saçılmıştı. Ortada ise başarısız bir heykel denemesine benzeyen komik bir fındık yığını duruyordu. Pırıltı ve Işıltı, mahcup bir şekilde dalların arasına saklanmışlardı. Üstelik birinin kanadından gök mavisi bir tüy eksikti.

Güney, "Sanırım kayıp fındıkları bulduk," dedi sakin bir sesle. Saksağanlar yavaşça aşağı indiler. Pırıltı, "Biz... biz hırsız değiliz," diye fısıldadı. Işıltı devam etti: "Sadece orman güzellik yarışması için bir 'Fındık Şelalesi' heykeli yapmak istemiştik. En parlak fındıklar Sadi'nindi. Ödünç alıp sonra yerine daha fazlasını koyacaktık. Ama... ama heykelimiz sürekli yıkıldı. Çok utandık ve ne yapacağımızı bilemedik."

İki saksağan o kadar üzgün ve pişman görünüyordu ki, Sincap Sadi'nin öfkesi bir anda sönüverdi. Hatanın kötü niyetle yapılmadığını anlamıştı. Güney, saksağanlara dönerek, "Bir hata yaptığınızda saklamak yerine dürüstçe söylemek her zaman en iyisidir," dedi. "Bakın, şimdi Sadi gerçeği biliyor ve size kızgın değil." Saksağanlar, Sadi'den defalarca özür dilediler ve bütün gün boyunca onun için en taze, en lezzetli fındıkları toplamak için çalıştılar. Hatta Tilki Fikri bile yeni icadıyla onlara yardım etti.

Akşam olurken Meşe Koru Ormanı'na tatlı bir huzur çökmüştü. Sincap Sadi'nin kovuğu eskisinden bile daha doluydu. Saksağan kardeşler dürüst olmanın getirdiği rahatlıkla yuvalarında uykuya dalmışlardı. Dedektif Güney ise evine dönmüş, odasının penceresinden ormanı izliyordu. Çözülen bir gizemin ve yeniden kurulan dostlukların verdiği mutlulukla gülümsedi. Defterine son notunu düştü: "Bugün dürüstlüğün en parlak hazine olduğunu öğrendik." Sonra başını yastığa koydu ve ormandan gelen cırcır böceklerinin ninni gibi sesiyle mışıl mışıl uykuya daldı.

Bu masalı beğendiniz mi?

Geri bildiriminiz, topluluğumuz için en iyi masalları öne çıkarmamıza yardımcı olur.

Bu Masalı Paylaş